Kayıtlar

Sahipsiz Mezar

Resim
SAHIPSİZ MEZAR Abim öleli bir yıl olmuştu.Bilirsiniz işte mezar ve mezar taşı yapılması için her hangi bir çökme olmasın diyerekten en az bir yıl bekletirler. İşte bizde bu süre sonrasında mahallemiz de bulunan mahalle mezarlığının karşısında küçük bir yeri olan mermerci dükkanından içeri girdik. Şekli, yazısı nasıl olsun diye sağa sola bakınıp fikir edinmeye çalışırken; On iki on üç yaşlarında bir erkek çocuğu kapının önünde bisikletini bırakıp, koşarak mermerci ustasının yanına geldi. Sonra; Elindeki elli lirayı uzatarak, "usta benim sende kaç liram oldu?"dedi. Mermerci çekmecesinden çıkardığı defterine bakarak çocuğa tebessüm ile cevap verdi. "Bu elli lirayla birlikte tam iki bin sekiz yüz liran oldu." "Çocuk cebinden çıkardığı küçük not defterine de bakarak, başını sallayarak tamam usta benimde hesabım öyle." dedi. Mermerci çocuğun başını hafifçe okşayarak farklı bir muhabbet ve şefkat hâli ile ona tebessüm ile bakarken, çocukta

Babacığım Üzülme Ben İyiyim

Resim
  BABACIĞIM, ÜZÜLME, İYİYİM 6 Ocak 1896 tarihinde İstanbul'da doğdu. Yeşilköy'deki Tayyare Mektebi'ne girerek pilot olarak mezun oldu. Gökyüzü tarihimizde ilklere imza atan bir pilottu. 1917'de, Kafkas Cephesi'nde ilk Türk hava zaferini onun sayesinde kazandık.  1918 yılında, Ruslar'dan ele geçirilen Nieuport uçağının bozulan pervanesinin yenisini yaparak bir ilki gerçekleştirir. Kurtuluş Savaşı'nda; uçakların kanatlarının onarımı için gereken jelatin ve emait maddelerini üretmeyi başarır.  İzmir'e ilk giren ve hava meydanını işgalden kurtaran pilotumuzdur.  Kurtuluş Savaşı'nın ilk ve son uçuşunu da o gerçekleştirir.  TBMM takdirnamesini 3 defa kazanmıştır.  1924 yılında , İzmir'de ilk Türk uçağını yapmıştır.  1930 yılında, İstanbul'da tarihimizdeki ilk sivil uçağı yapar.  1933 yılında, ilk deniz uçağını yapar.  1934 yılında , ilk kadın pilotumuz Bedriye Gökmen Bacı'yı yetiştirir. 1936 yılında, uçan ilk Türk planörlerinin uçağını imal ede

Bir hikaye -ASALET

Resim
ASALET ÜZERİNE YAZILMIŞ MUHTEŞEM BİR HİKAYE... Bir gün bir sultan, bahçıvanının yanına uğrayıp, kendisine hediye edilen tayı sorar. -Bahçıvan efendi! Nasıl bizim tay? -Asluhû nesluhû(aslı neyse nesli de odur), sultanım. -Nesi var ki? -Sultanım, asil bir tayın sırtına sinek böcek konduğunda bunları kuyruğuyla kovalar. Ancak bizim tay, adeta bir inek gibi kafasını çevirip ağzıyla sinekleri kovalıyor. Sultan, bunun nedenini öğrenmek için tayı hediye eden adamı çağırtır ve tayın bu davranışının sebebi hakkında bilgi ister. Tayı hediye eden adam der ki: -Sultanım, bizim tay doğduktan hemen sonra annesi öldüğü için onu, ineğe emzirttik. Böylece meselenin sırrı çözülmüş olur ve sultan adamlarına emreder: "Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek!" Başka bir zaman sultana, güzel görünüşlü iri bir hindi hediye edilir. Bir müddet sonra sultan bahçıvanın yanına varır ve hindiyi sorar. -Asluhû nesluhû, sultanım. -Bahçıvan efendi, bunun neyi var? -Sultanım, asil olan bi

Gözleri görmeyen felçli adam ve Hz. İsa

Resim
İsa aleyhisselam bir ağacın altında ibadet eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları felçli olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen, mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:  – “Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!..”  İsa aleyhisselam kötürüm adama yaklaştı:  - Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Peki hangi nimettir, nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?  Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:  - Allahü teâlâ bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple O’nu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de O’na şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde O’nu tanıma sevinci, dilinde de O’na şükretme mutluluğu yoktur. Ama Rabbim bana bu sevgiyi ihsan eylemiş.  İsa aleyhisselam;  – “Ver şu elini öyle ise!” diyerek el

Köyün baş belasi İMAM !

Resim
HER KÖYE LAZIM 17 yaşında İmam-Hatip Lisesi mezunu olan bir genç, mahkeme kararıyla (kazay-ı rüşd'unu ispat ederek) Batı Karadeniz illerinden birinde bulunan bir dağ köyüne İMAM olarak ATANIR. Köy ağırlıklı olarak kendilerini “Alevi” diye tanımlayan vatandaşlardan oluşmaktadır... Köyde müstakil bir CAMİ yoktur. Sadece CAMİ olarak yapılmış yığma kütükten mamül bir bina vardır. O da HARABE haldedir... GENÇ İMAM hemen işe koyulur, CAMİYİ bir güzel TEMİZLER ve 5 vakit EZAN okumaya başlar.. Ancak maalesef CAMİYE halktan gelen giden yoktur. GENÇ İMAM bu duruma çok üzülür ve bir çare düşünür. MUHTARLA GÖRÜŞÜR, köylü ile bir toplantı yapmak istediğini söyler... Muhtar pek de razı olmaz. “Yav hoca, ne işin var ki halk ile.? EZANINI OKU SEN, YETER!” der... Ama İMAM ısrarlıdır ve bir şekilde HALKI toplar. Önce kendini tanıtır: “Ben köyünüze İMAM olarak tayin edildim. Geleli 15 gün oldu. Yarın şehire inip müftülüğe gideceğim. Bana köyünüz hakkında sorular sorulacak. Ben de gördüklerimi anlatac

Bebek ve Gelincik

Resim
  Anne'nin ÖnYargısı Eşinin ölümünden sonra, köydeki evinde tek başına yaşamak zorunda kalan hamile bir kadın vardı. Kadın, gündüzleri tarlada çalışır; akşam olunca da, evinin yolunu tutardı. Bir gün, eve dönerken, yol kenarında bulduğu yaralı bir gelinciği acıyarak kucağına aldı ve eve götürdü. Evcil bir hayvan olmayan gelincik, zamanla uysallaştı. Eve ve kadına o kadar çok alışmıştı ki, kadının yanından bir an bile ayrılmaz olmuştu. Birkaç ay sonra, kadının çocuğu doğdu. Eve, neşe ve mutluluk getiren bu küçük yavrucağı gelincik de çok sevmiş, artık, ailesi olarak gördüğü bu anne ile yavrucağa gönülden bağlanmıştı. Kadın, tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorunda olduğunu biliyordu. Tüm zorluklara rağmen, günler geçti. Eve yiyecek alabilmek için çalışmak zorunda kalan kadın, bir gün yavrusunu gelincikle evde yalnız bırakarak, çalışmak üzere tarlaya gitti. Yorucu bir günün ardından, akşam eve dönen kadın, gelinciği ağzı kanlı bir halde yerde yatarken bulunc

FATMANIN HAFIZLIK AŞKI VE MUTLU SONU

Resim
Fatma İlkokulu bitirip kursa gelmişti. Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti. Kayıt için adını sorduğumda: "- Fatma" dedi, hiç de çekinmeyen bir tavırla.. Ve ekledi: - Eğer beni hafız yapmazsanız, kayıt yaptırmak istemiyorum. Böyle tehdit edercesine konuşması, onu yaşından daha olgun gösteriyordu. Tebessümle: - Korkmayın küçük hanım, siz isteyin hafız da yaparız, hoca da. O küçük gözlerinin içi parıldadı birden. Annesi: - Hocahanım, çocuk işte, kusuruna bakmayın. İlle de hâfız olacağım der, başka bir şey demez. Bizim köyün hocasından duymuş. Peygamber Efendimiz, "Hâfız olanlara cennette taç giydirilecek!" buyurmuşlar herhalde. Siz daha iyi bilirsiniz ya, biz bu kadar duyduk anladık. Kendisini teselli etmek ihtiyacı hissettim: - Tabii teyze, ne demek! Keşke herkes sizin gibi duyduklarını hemen kabul etse de teslim olsa... - Siz hiç merak etmeyin, kızınız önce Allah'a sonra bize emanet!. Kadıncağız elime yapıştı. Ö