Kayıtlar

Mayıs, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sahabe-i Kiramdan Ebu Zer el-Gifari (R.A) kimdir

Resim
Ebu Zer Sözleri  [5 Güzel söz]  Ey insanlar! Ebediyen farkına varamayacağınız bir hırs sizi öldürdü. Ebu Zer'e yalnızlık zor değil mi, neden yalnız yaşıyorsun? diye soruyorlar. Cevap veriyor; İnsanlar daha zor. Ey Muaviye, köşkler saraylar yaptırdın! Eğer bunları kendi paran ile yaptırdıysan israftır. Halkın malı ile yaptırdıysan küfürdür! En garip ve en çok muhtaç olduğun gün, kabre konulduğun gündür. Yalnızlık kötü arkadaştan, iyi arkadaş ta yalnızlıktan iyidir. Ebu Zer Ebu Zer el-Gifari (R.A.H) kimdir Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav) kendisine Abdullah adını vermiştir. Beni Gifar kabilesindendi. Bu kabile Arabistan’da bulunan diğer kabileler gibi cahiliye devrinin her çeşit kötülüğünü işliyor ve putlara tapıyordu. Ticaret kervanlarını çevirip, yağmacılık yapmalarıyla tanınmışlardı. Ebu Zer el-Gifari Kavmi arasında atılganlığı ve cesareti ile şöhret bulmuş, gücü, kuvveti ve yiğitliği ile o çevrede pek meşhur olmuştu İslam dinini kabul etmeden önce bile

BİR BÖCEĞİN RIZKI

Resim
Hazret-i Süleymân (a.s.) bir gün deniz kenârında oturuyordu. Ağzında yeşil yaprak olan bir karıncanın denizin kenârına gelerek sudan çıkan bir kurbağaya verdiğini görmüştü.  Kurbağa: karıncadan aldığı o yaprakla denizin derinliklerine doğru kayboldu gitti.  Karınca geri dönerken Hz. Süleyman sordu'ki; - Bunun hikmeti nedir karınca? Karınca cevâp verdi: -Allahü teâlâ (cc) bu denizin ortasında bir taş, taşın altında yarattığı bir böcek vardır. Benide o böceğin rızkına sebeb kılmıştır..  Ben o böceğe yetecek kadar bir yaprak parçasını her gün getirir denizin kenârındaki, Melek suretindeki bu kurbağaya veririm.   o'da, benden o yaprağı alarak o böceğe verir.  O böcek, Allahü teâlâ ya (cc) kudreti ile, fasîh dil ile söyler ki;  -Sübhânallah ki! beni halk etti, deniz ortasında ve taş arasında bana mekân verdi. Benim rızkımı unutmadı.. İlâhî, ümmet-i Muhammedi ümîdsiz etme!

ALTIN TOP

Resim
Zengin bir ailenin fakir bir komşusu varmış. Evlerindeki saadetin dalgalanmaları, zengin ailenin duvarlarını aşarak kulaklarına kadar ulaşırmış. Akşam olunca , fakir ailenin evindeki gülme ve saadeti duyunca zengin komşu gıpta edermiş. bir gün karısına demiş ki: - Biz bu kadar zengin olduğumuz halde neden neşemiz yok? Sen yarın fakir komşunun hanımından sor bakalım, saadetlerinin sebebi ne ise, biz de onlar gibi saadete nail olmaya çalışalım. Kadın sabah olunca fakir komşuyu ziyarete giderek, konuşma sırasında evlerindeki saadetin sebebinden sual açmış, fakir komşunun hanımı demiş ki: - Bizim küçük bir altın topumuz var. Akşam olunca ben efendime o da bana altın topu atarak oynar eğleniriz. Akşam olunca zenginin karısı meseleyi kocasına nakletmiş. Adam ertesi gün bir kuyumcuya giderek altın bir top sipariş etmiş. Topu aldığı günün akşamı karısı ile karşı karşıya oturup, altın topu birbirlerine atmaya başlamışlarsa da, hayal ettikleri neşe bir türlü doğmamış... Hatta madeni topun a

O' YEMEK PİŞİRENLERE YARDIM ETTİ

Resim
Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi Vesellem) sahabeleriyle birlikte, binek hayvanlarından iner inmez, yüklerini yere koydular, daha sonra bir koyun keserek yemek hazırlamaları için karar aldılar. Birisi: - Koyunu ben keserim, dedi. Diğeri: - Derisini ben yüzerim,dedi. Üçüncüsü: - Etini de ben pişiririm' diye söze katıldı. Dördüncü:............ Resul-i Ekrem (s.a.s) - Çölden odunu da, ben toplarım, buyurdu. Topluluk: - Ey Allah'ın elçisi, siz zahmet etmeyip sakin bir köşede oturursanız, biz bu işlerin hepsini seve seve yaparız,dediler. Resul-i Ekrem (s.a.s): - Evet, yapabileceğinizi biliyorum. Fakat ' Allah, Her hangi bir kulunun kendi dostları ve arkadaşlarından, özel imtiyazlarla ayrılarak, seçkin bir vaziyette görünmesini sevmez' buyurdu. Sonra çöle doğru gitti ve çölden çalı çırpı toplayıp getirdi. °°° Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali Muhammedin ve sellim. -"Ey Allahım ! Efendimiz, büyüğümüz Muhammed'e, evladu iyaline, ashabına salat

YOKSUL VE ZENGİN

Resim
Resül-i Ekrem (s.a.v) her zamanki gibi meclisinde oturmuş ve dostları da etrafında halka şeklinde, onu bir yüzük taşı gibi ortaya almışlardı. Bu arada eski elbiseli fakir bir müslüman kapıdan içeriye girdi. İslami adetlere göre herkes her hangi mevkide olursa olsun bir oturuma girince nerede boş yer bulursa hemen oraya oturmalıdır. 'Benim canım şurasını istiyor' görüşüyle özel bir yere oturmak gerekmez.  O adam etrafına bakındı ve boş bir yer buldu; gitti oraya oturdu. Tesadüfen ileri gelen zenginlerden birisinin yanına oturmuştu. Zengin adam elbisesini toplayarak ondan biraz uzaklaştı.  Bu hareketleri izleyen Resul-i Ekrem (s.a.a) ona dönerek:  - Fakirliğinden sana bir şey geçer diye mi korktun? - Hayır ya Resülallah. - Servetinden ona bir pay düşer diye mi korktun? - Hayır ya Resülallah. - Elbiselerin kirlenir diye mi korktun? - Hayır ya Resülallah. - O halde niçin yanından uzaklaşıp bir kenara çekildin? - Yanlış bir iş yaptığımı ve hata ettiğimi itira

Bir Hırsızın Portresi

Resim
Bir Hırsızın Portresi Genc Macar sanatçısı Arpad Sebesy, multimillionaire Elmer Kelen'in portresini yapmak üzere görevlendirildi. Gorev hiç zor değildi, çünkü Kelen sadece birkaç dakikalığına poz veriyordu.  Sebesy portreler Kelen'e aslında yetecek kadar kalitede yapıyordu.   Sonra iyi olmadığını portrelerin çoğunu kendisine benzemediğini iddia eden ke len aynı fikirde değildi. portrenin parasını ödemeyi reddetti. Genç sanatçı saatlerce yorulmadan çalıştı ve her şeyin yolunda olduğunu portrelerin çok iyi olduğunu anlatamadı. M ilyoner çalışma grubundan ayrılırken, "Portre'nin kendisine benzemediğine onun için reddettiğini belirten bir yazı yazabilir misin?" Kelen bu kadar kolay kurtulduğundan memnundu.  Aylar sonra Macar Sanatçılar Derneği Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisi'nde bu resim sergilendi. Kelen'in telefonu çalmaya başladı. biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy'nin portresinin "A Hirsizin Portresi" etiketi ile s

KEFEN HIRSIZI VE HAKİM

Resim
Ariflerden birisi, Bağdat caddelerinde dilenen kör bir dilenciye rastladı. Allah'ın suçsuz yere hiçbir belâ vermeyeceğini bilen Allah dostu: «Sana ne oldu da gözlerin kör oldu? Sonradan mı oldu, ana doğma mı körsün?» diye sordu. Âmâ sonradan gözlerinin kör olduğunu söyledi ve başından geçen hadiseyi şöyle anlattı: - Ben vaktiyle kefen soyardım. O zaman gözlerim görür ve güçlü idim. Bir gün bana adaletiyle meşhur bir hakim rastladı. Bana şöyle dedi: - Sen kefen soyarmışsın. Bu iyi bir şey değil. Senin cezanı vermek bana düşer ama, suçüstü yakalayamadığımız için ve şahid de olmadığından sana bir ceza veremiyorum. Senden isteğim ben öldüğüm zaman benim kabrimi açıp da kefenimi çalma! Al sana bir kefenin kıymeti ne ise şimdiden vereyim, dedi ve belki de bir kefenin değerinden de fazla para verdi. Bu kötü huyumdan vazgeçmem için bana nasihatta bulundu. Aradan zaman geçti, her fani gibi o âdil hakim de dünyadan göçüp gitti. Fakat benim içimi bir fitne aldi. İlla da gidip kefeni soym

BALI HİÇ EKSİLMEYEN KAVANOZ

Resim
1930'lu yıllarda Rizede balıyla meşhur olan 'Anzer'de yaylacılık yapan Anzerlilerin bir kısmı kışın şehirlerine veya köylerine inmezler kışı yaylada geçirirler. Hepsinin büyük ve küçükbaş malı vardır. Yazdan hazırladıkları kışlk yemleriyle mallarını bahara çıkarırlar. Ayrıca ihtiyaçlarını gidermek için tektük te olsa bazılarının kara kovan arıları vardır orada.. Lezgilerin kızı olan, yeni gelin meryemin beyi kış gurbetine (Samsun'a) gitmiş, kendiside yaylada kışlamıştır. Karın çok yağdığı günlerden bir gün, meryem kürekle bir yol açayım diyerek kapıya yönelirken kapı çalınır. Açar kapıyı karşısında duran bir İhtiyarla karşılaşır.. Adam selam verir ve: - Kızım ben Aşağı Anzerden geliyorum gelinim aş eriyor canı bal istemiş.. Allah rızası için bir iki kaşık bal verirmisin? der. Meryem gelin düşünmez bile, Allah rızası değil mi, hoş insanlık ölmedi der, dibinde üç dört kaşık bal kalmış olan kavonozu getirir, onun da yarısını ihtiyar'a verir. İhtiyar: - Allah send

Bayezid-i Bestami Hz. Kimdir?

Resim
Bayezid-i Bestami Hz. Kimdir? 9’uncu asrın velilik payesine ermiş ünlü şahsiyetlerindendir.. Asıl adı:  Ebu Yezid Tayfur İbni İsa Sarahan’ dır .  Birçok ilimleri öğrendikten sonra kendini tasavvufa verdi. Derin birçok alim ve arifleri gibi Bayezid-i Bestami de Horasanlıydı. Taberistan’daki Bestam kasabasında gözlerini hayata açtı. 8’inci asrın son yılında yani, 800 senesinde doğdu. Annesi Ümmiydi. Fakat o kadar temiz bir kalbi vardı ki, haram bir tek lokma ağzına koysa derhal karnına sancılar saplanır, kusardı ve bu sırada oğluna süt emzirmezdi. İşte Bayezid-i Bestami böyle bir ana ile dindar bir babanın bütün meziyetlerini tevarüs etmişti. Bayezid-i Bestami daha küçük yaşından itibaren, sokakta çocuklarla oyun oynayacağı yerde, camiye koşuyor, günlerini ibadetle geçiriyordu. Annesini çok sevdiği için uzak yerlere gitmek isteğini susturmaya çalışıyordu. Fakat bir gün ilim aşkı galip geldi ve memleketini terketti. Yıllarca gurbetten gurbete sürüklendi, sefalet ve meşakkat çekti.

DELİNİN VELİYE TAVSİYELERİ

Resim
Bayezid-i Bestamî hazretleri. Bir gün tımarhanenin önünden geçiyor. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüyor: -Ne yapıyorsun? Hizmetçi: -Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum. -Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misin? -Hastalığını söyle. -Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günah işliyorum.. -Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilâç hazırlıyorum..  Parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli, Bayezid-i Bestamî hazretlerine: -Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim, diye seslendi. Bayezid-i Bestamî hazretleri delinin yanına sokularak: -Söyle bakalım, benim derdime çare nedir? dedi. Deli şu ilâcı tavsiye etti: -Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır... Kalb havanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğinden geçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam-sabah bol miktarda ye... O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz, dedi. Bu güzel ilâcı öğrenen Bayezid hazretleri: -Hey gidi dün

Râbi’a-tül Adeviyye DEVAMI>

Resim
Râbi’a-tül Adeviyye biraz büyümüştü ki, annesi ve babası vefât etti. Üstelik, Basra’da kıtlık ve fevkalâde pahalılık oldu. Bu hengâmede Râbi’anın ablaları dağıldılar. Kimsesiz kalan Râbi’a’yı zâlim bir kimse yakaladı ve hizmetçi olarak çalıştırdı. Daha sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyâra sattı.  O ihtiyârın hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri dahi sabırla yapmağa çalışıyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdi çok zahmetler çekti fakat isyan etmedi. Allahü teâlânın takdîrine râzı oldu..  Edebi fevkalâde idi.  Bir gün karşısına bir namahrem (yabancı) çıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı. Acz ve kırıklık içinde, mahzûn olmuş bir kalb ile Allahü teâlâya yalvardı. “Yâ Rabbi! Garîb ve kimsesizim, yetim ve öksüzüm. Köle edildim birde kolum kırıldı. Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız senin rızânı istiyorum. Bilemiyorum ki, acaba benden râzı mısın?” Bu sırada bir ses duydu. “Üzülme, sen âhirette meleklerin bile imreneceği bir mak

Râbia-tül Adeviyye

Resim
Râbia-tül Adeviyye, bir gece, evinde geç vakitlere kadar namaz kılarken hasırın üzerinde uyuya kaldı. Bu arada evine bir hırsız girdi. Her tarafı aradı çalacak bir şey bulamadı. Giderken; "Girmişken bari boş çıkmayayım" diyerek, Râbia hazretlerinin dışarıda giydiği örtüsünü aldı. Evden çıkarken yolunu şaşırdı, kapıyı bulamadı. Geri dönüp örtüyü aldığı yere bıraktı.  Bu sefer rahatlıkla kapıyı buldu. Kapıyı bulunca tekrar geri dönüp, örtüyü aldı. Fakat yine kapıyı bulamadı. Bu hâl yedi defa tekrarlandı.  Yedinci defâ tekrar örtüyü eline alınca  Tam o sırada şöyle bir nidâ gelmiş: "Ey kişi kendini yorma. O yıllardır kendini bize ısmarladı..   Şeytanın ona yaklaşma gücü yok iken, hırsızın onun örtüsüne yaklaşması mümkün müdür? Git, yorulma boşuna uğraşma! O uyuyorsa da dostu uyanıktır ve onu korumaktadır."  Hiç beklemediği böyle bir uyarıdan korkup dışarı fırlayan hırsız, tövbe edip bu kötü huyundan vazgeçti. Râbia-tül Adeviyye  Tabiînin büyük hanım ev

KARI KOCA KAVGASI

Resim
Adamın birisi karısı ile hiç geçinemez. Her gün basit şeyler yüzünden tartışma çıkarırlar. Bu tartışmalar büyüdükçe evlilik tehlikeye girer iş ayrılma noktasına gelir.  Zaman içerisinde bu münakaşaların içine iki tarafın aileleride karışır iyice kangrene dönüşür… Bu şahıs bir gün perişan bir hâlde, istişare etmek için ilim ehli, herkes tarafından sevilen, sözüne güvenilen bir zata gidip durumu anlatır, hanımından boşanmak istediğini söyler.  O zat, ona; Artık ayrılsan da fark eden bir şey olmaz. Şurada bir ay kadar ömrün kaldı, ne istiyorsan yap! der… Bu sözü duyan adam şoke olur, rengi atar, yine perişan bir durumda çıkar gider… Rastladığı tanıdıklarıyla helalleşmeye başlar. Eve gider ağlamaklı haliyle, Hatun gel, bunca zamandır seni çok üzdüm ve sana iyi kocalık yapamadım. üstelik çok kabalık ettim, ne olur beni affet, bana hakkını helal et der. Hanımı; Allah Allah, bu adama ne oldu durup dururken İnşaallah hayra alamettir der ve yumuşar oda alt perdeden alarak,  bey, asıl

Edirnekapı Üstüne Şiir

Resim
İstanbul dediler mi benim aklıma, Vaiz sokağı gelir hemen. Edirnekapı gelir, evimiz gelir Köşebaşında duran bir güzel kız gelir. Biletçi zili çeker, tramvay durur Bir manav, bir bakkal, iki akasya Kumrular geçer kilisenin çan kulesinden Beyaz bulutlar geçer... Burası Hasan Efendinin kahvesi Edirnekapıda, Bu taşçı Kemal, çocukluk arkadaşım. Bulutu Haliçten, rüzgarı Boğaz’dan Bir baygın gün içindeyiz, yazdan. “Dört cıhar, sebayidü, pencüse Akşam olur, güneş batar nerdeyse.” Pırıl pırıl aşk içinde Mihrimah Sultan Camii Eyüpten vapur düdüğü, Yenikapıdan tren sesi. Kalkarız ağır ağır kahveden Ben, Kemal, Kemalin eniştesi... Vaiz sokağına gelir eve varırım Kapıya iki üç defa vururum Karım kapıyı açar, çocuklar koşuşur Ekmeğimiz var, yemeğimiz var Yemeğe iştahımız var. Oturur yemek yeriz cümbür cemaat Alnımızın terinden, elimizin emeğinden Etrafa yayılınca makarnanın buğusu, Bize ne elalemin on türlü yemeğinden... Alır karımı gezmeğe götürürüm Bir dolmuşa bineriz Edirnekapıdan. Sultana